1.12.2009

"Vicdanım Geldi"

( ÖNEMLİ NOT: Bu blog'un ilişkilendiği konu başlıklarını sıralarken "politika" yazmamın nedeni küresel politikalar ve kentleşme-politika ilişkisi ile ilgili yazmayı düşündüğüm eleştrilerdi. Ancak ülkemizde olup bitenler o kadar kritik bir noktaya geldi ki artık kendimi tutamayarak ulusal politik gündemi de dolaylı yoldan etkileyen bir yazı yazmak istedim. )


"Sakallarına ak düşmüş tecrübeli yazar, yakışıklı ama bir o kadar eşcinsel fotoğrafçıya poz vermek için,  bordo endoplasmik-retikulum desenli bir koltuğun kolçağına yaslanıp bacak bacak üzerine atmış, gözlerini yere doğru ittirirken, bir kolunu özgürce geriye savurmuş, bir eli ile çenesini yakalamış,  suratına da sanki bir düşüncenin arifesindeymiş gibi bir ifade vermişti. Kelliğin genetik açıdan babadan oğula doğrudan geçmediğini kanıtlarcasına keldi ve dudaklarını gizleyen surat kıllarının gerisinde sanki o geçmiş cüretkar zaferlerini kutlayan mütevazi bir tebessüm gizliydi. Kendisi gibi yazar olan babası ile arasında varolan o adı konulmamış rekabetin sonucunda tatmış olduğu yenilginin burukluğunu üzerinden atmış gözükse de, kurduğu cümlelerin kıç kısmından akan beyhude edebi kaygıları hissetmemek mümkün değildi. Ustalıkla inşa edilmiş cümlelerin her biri, mektup arkadaşımızın yaşadığı o hayal ülkesinin rengarenk manzarasına gönderme yaparken, kendisini tekrar etmekten çekinmeden "vicdan" diye bir müesseseden bahsediyordu. "



Bu sene Leipzig Özgürlük Ödülünü ülkemizden bir yazar aldı. Bu konu medyada çok fazla yer almasa da yayın yönetmeni olduğu gazetenin internet sitesinin anasayfasından haftalardır inmiyor. Peki nedir bu Leipzig Özgürlük Ödülü ? 


İlk önce ödüle ev sahipliği eden Leipzig kenti ve Almanya'daki konumu ile alakalı kısa bir bilgi vermek isterim. Leipzig, daha önce Doğu Almanya topraklarında yer alan Saksonya Eyaletinde bulunuyor. Bu bakımdan bu eyaletinde doğuda olduğuna şaşırmamak gerek. Eyaletin en enteresan özelliği farklı siyasi fikirleri içerisinde barındırması. CDU bu bölgenin oylarının yarısına sahipten sol görüşlü partilerinde azımsanmayacak bir potansiyele sahip olduğunu söylemek gerek. En dikkat çekici özellik ise eyaletin bir yandan da NPD nin yani milliyetçi demokratların kalesi olarak görülmesi. Ülke çapında aldığı oy yüzdesi düşük olan bu parti bu bölgede bir dönem %10 lara kadar yükselmiş. Tüm bunların sonucunda bu eyaletin politik anlamda kafası karışık bir bölge olduğu kesinleşmektedir. 


Leipzig Medya Ödülü ise, Sparkase Leipzig bankasının oluşturduğu vakfın sponsorluğunda 2001 senesinden beri verilen ve ifade özgülrüğüne katkı sağlamış, hatta hayatlarını riske etmiş yazar ve araştırmacılara verilen bir ödül. Bu sene bu ödülü biri ülkemizden olmak üzere üç kişi paylaştı. Bu yazarlar İtalyan Roberto Saviano ve Hırvat Duşan Milyus'dur. Roberto Saviano genç bir İtalyan yazardır ve İtalyan mafyası ile kapsamlı araştırmalarıyla tanınmaktadır. 2008 senesinde mafya tarafından kendisine yönelik bir suikast girişimi planlanmıştır. Bu açığa çıktıktan sonra Saviano ülkeyi terkedeceğini söylemiştir. Milyus ise Hırvatistan'daki yasadışı ilişkiler ile ilgili haberler yapan bir gazetenin editörüdür. 2008 yılında evinin dışında kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından beyzbol sopalarıyla dövülmüş kolu kırılmış beyin sarsıntısı geçirmiştir. 


Ülkemizden bu ödüle layık görülen yazarımız ise hükümete yandaş kabul edilen "liberal " görüşlü günlük bir gazetenin yayın yönetmenidir. Ödülü almasına sebep olan özellikleri sıralanırken, daha önce çalışmış olduğu gazetede yazmış olduğu yazıdan ötürü yargılanması ve şu an yönettiği gazetenin ordu ile alakalı yapmış olduğu bir haber gösterilmektedir. Yargılanması neden olan bu yazıda yazar Türkiye'nin tarihini tekrar kurgulayarak Türk kimliği ile Kürt kimliğinin yerlerini değiştirmiş ve kendince bir empati oluşturmaya çabalamıştır. Yazının hiçbir tarihsel gerçekle bağdaşmadığı ve kendi içerisinde de çelişkilerle dolu olmasının dışında, bence Türklüğe hakaret etme suçundan yargılanacak kadar zeka barındırmamaktadır. Türkiye'de Kürt sorununun çözülmesi bir yana, anlaşılması adına da pek birşey söylememektedir. 


Kendi gazetesinde Türk Silahlı Kuvvetleri ile yapmış olduğu habere baktığımızda ise, bu habere kaynak olan belge ve görüntülerin tamamen gerçekdışı olduğu, söz konusu video görüntülerinin olay tarihine ait olmadığı ispatlanmıştır. Bu gazetenin TSK ve muhtelif kurumlar aleyhine ortaya çıkardığını iddia ettiği birçok belgenin de gerçekliği ispat edilememiş, itham olarak kalmıştır. Halk arasında "çamur at izi kalsın" denilen durumdan bir adım öteye geçememiştir. Bu gazetenin siyasi duruşu, ülkemizdeki cemaat yapısı ile olan ilişkisi ve birçok tartışmalı oluşuma imza atan, çoğunlukçu demokrasi anlayışına sahip hükümet ile olan fikri paralelliği ciddi tartışmalara neden olmaktadır. 


Yazarımızın, kendisine benzer neo-liberal yazarların bugün sürekli tekrarladığı gibi ülkemizdeki darbe tehlikesi ve etnik kimliklerinin tanınarak gerçek bir demokrasi anlayışının hakim olması üzerinden belli argümanlar yaratmaktadır. Ancak şu an hükümet görevini üstlenmiş parti de aynı fikirleri savunmaktadır. Bu durumda bu tip yazarlar zaten otoritenin düşüncesine hizmet eden bir çizgi de ilerlemektedirler. Üstelik bugün hükümetin uyguladığı politikalar uluslararası alanda ülkemizi yönlendiren ülkelerin de talep ettiği politikalardır. Peki o zaman yazarımız neden bu ödüle layık görülmüştür ? ya da kendisi ifade özgürlüğü konusunda sıkıntı yaşayan muhalif bir politik kimliğe sahip midir ? 


Görünen o ki kendini ifade etmek konusunda bir sıkıntı çekmemektedir çünkü bir gazetenin yayın yönetmenidir ve üstelik bu gazetede hergün bu ülkenin insanlarına ve kurumlarına asılsız iddialarla saldıran bir yazar kadrosuna sahiptir. Bunu yaparkende sadece kamuoyunun eleştrilerine maruz kalmaktadırlar. Bunun dışında devletten bir baskı görmemektedirler ya da peşlerine takılan gayriresmi ölüm timleri yoktur. 


Bu yazarımız bugün ülkemizde "liberal" düşünceler etrafında toplanan geçmişin solcu aydınlarının sıkı bir prototipini oluşturmaktadır. Sürekli "demokrasi" denilen bir fenomenden bahseden, oturduğu yerden binbir zorluklarla kazanılmış Cumhuriyet rejimini eleştiren, ülkemizdeki etnik ve dini farklılıklar konusunda aykırı düşünceler öne süren ve nihayet kendi gibi düşünmeyenleri belli bir kalıba sokarak ağır sıfatlarla yaftalayan garip bir düşünce grubunun üyesidir. Bugün bu insan ödülünü alırken yaptığı konuşma da vicdandan bahsetmektedir. Bu vicdan güya özlem duyduğumuz özgürlükçü yapıyı geri getirecektir. Peki o vicdan senin gibi düşünmeyeni faşist, darbeci, cuntacı diye yaftalarken nereye saklanmıştır ? Bu vicdan bir sağduyu ya da hoşgörü üretemez mi ? Bu aydın güruhu gözümüzün önünde milyonlarca insan öldürülürken, Birleşik Devletler Irak'ta göstere göstere "darbe" yaparken neredeydi ? Sorosçu vakıflar Ukrayna, Gürcistan, Yugoslavya'da sivil toplumu örgütleyip rengarenk darbeler yaparken bu aydınlarımız başka bir kanalı mı izliyordu ? Nihat Genç İletişim Yayınlarından kovulurken, Banu Avar TRT'den ayrılmak zorunda kalırken, Mustafa Balbay terör örgütü mensubu olmakla suçlanıp tutuklanırken, Youtube yasaklanırken, insanlar asılsız suçlamalarla hapiste aylarca tutulurken  çok sevdikleri demokrasileri ve vicdanları nereye saklanmıştı ? Ayrımcılık ve kutuplaşmadan şikayet ederken, kendi gazetelerindeki "yazarımsı" organizmalar artık haddini aşıp şehirlere faşist yaftası vurarken ayrımcılığın kralını yapmıyorlar mı ? Heryerde potansiyel darbeci askerleri, yazarları, vatandaşları ararken, hergün başka bir belgeyle akıl bulandırmaya çabalarken  Türkiye'nin yaşayan tek gerçek darbecisiyle alakalı tek bir hamle yapmamak hangi geniş vicdana sığabilir ? Bir cadı avını andıran bu darbeci avında polisin ve yargının yetkileri kötüye kullanılırken neden hiç sesleri çıkmıyor ? Daha soracak o kadar soru var ki şu vicdan müessesinden çıkan...


Gözümün önüne tek bir görüntü geliyor. Cengiz Çandar bir tartışma programında kuyruğuna basılmışcasına Prof. Emre Kongar'a bağırıyor. "...demokrasi anlayışı ve özgürlük..milyonlarca insanın kaderini ilgilendiren darbe girişimleri...!" Adeta bu kelimeler beynimde çınlıyor. Aynı Cengiz Çandar Birleşik Devletler ne zaman Irak'a girse Türkiye nasıl kazanç sağlar diye tavsiyeler vermekteydi. ABD Irak'a girdi, darbe yaptı, ülkenin liderini idam etti, yeni bir hükümet kurup kendi yandaşlarını başa getirdi ve ülkeyi bir terör girdabının içerisine bıraktı. İşte Çandar bundan bahsediyor. Ona göre biz bu kanlı girdaba girip payımıza düşeni almalıyız. Milyonlarca insanın katledilmesi sadece bir rekor denemesi onun için. Sonra aynı adam karşımıza çıkıp demokrasi, özgürlük diyor, darbecilerden şikayet ediyor. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır ? Bu adamların bahsettiği özgürlük nedir ? Liberal bir aydın olmak için nasıl bir vicdana sahip olmak gerekiyor ? Bu insanlar hangi ortak ahlak yapısına göre hareket etmektedirler ? 


Tüm bu saçmalıklar olurken şimdi sıra vicdan denilen o kritik müesseseye geldi. Demokrasi, hür irade, eşitlik, özgürlük, çok seslilik, mozaik, açılım... ve şimdi vicdan bu ikircikli düşünce yapısına hizmet eden yeni bir kavram olacak. Bir o kalmıştı zaten içi boşalmayan...  


Alper ÇAKIROĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder