1.01.2010

009-010 Transition

Yeni yıl coşkusunu yaşadığımız ilk gün, geçen yılı düşündüğümde geleceğe umutla bakan bir yazı yazmanın ne kadar zor ve gerçekdışı olduğunu tekrar hissediyorum. 2009 her alanda Türkiye için hiç iyi geçmedi. Bir mimar olarak mesleki hayatımın son 1 yılına baktığımda kişisel kanaatim, ekonomik krizden direkt olarak etkilenmiş oradan oraya yalpalayan profesyonellerin umutsuz curcunası ve geyik muhabbetinden ibaret bir orta oyunu izledik. Geçen yıl fiziksel mekan üretimi sahnesinin her sayfasında kifayetsiz yerel otoritelerin, çılgın yatırımcıların ve kendini kaybetmiş mimarların damgası vardı. 


Serbest bir mimar olarak çalışmamın 4. senesine girerken mesleki anlamda geçirdiğim en kötü yılın 2009 olduğunu söylersem yanlış olmaz. Bunun yanında gerçekleşen uygulamaların reklamlarını gördükçe çileden çıkarken, gelecek adına da giderek ümidimizi yitirdiğimiz bir yıl oldu. Şahsım adına geçen yılın en güzel kısmı YTÜ Şehir Planlama bölümünde sürdürdüğüm doktora eğitiminde katıldığım derslerdi. 


2008'den bu yana süren ekonomik kriz 2009 senesinde de Sayın Başbakanımızı yalanlarcasına teğet geçmediğini kanıtladı. 2.Dünya Savaşından bu yana ülke ekonomisi en kötü günlerini yaşasa da hükümet başka önemli! problemlerle boğuşmaktan bunlara pek vakit ayıramadı. Büyüme oranındaki aşırı düşüş, işsizlik oranının giderek artması, dış yatırımların niteliksizleşmesi ve borçlanmanın durdurulamayan yükselişi son 7 senede giderek kırılganlaştırılan Türkiye ekonomisine yeni darbeler indirdi. Sene boyunca gündemi meşgul eden hükümet-ordu ilişkisi, darbe iddiaları ve Kürt sorunu gene hiçbir sonuca ulaşamadı. Bahçeşehir Üniversitesinin yaptığı araştırma Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun problemin ekonomik olduğunu düşündüğünü kanıtlasa da bazı aydınlarımız problemi daha fazla çözümsüz hale getirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ordu ile ilgili bazı basın organlarının ortaya attığı iddialar ve belgeler daha sonra asılsız oldukları ortaya çıksa da her suçlamanın kanıtı olarak gösterilmeye devam edildiler. Darbe yapacakları iddiasıyla ve derin devleti oluşturdukları suçlamasıyla hapse atılan ve davaya konu olan asker, politikacı, yazar ve yurttaşlar 2009 senesinin en önemli başlığıydı. Halen gündemde olan bu konuların hangi yöntemlerle çözülmeye çalışıldığını bugün izlemeye devam ediyoruz. Gelecekte bu günleri hangi cümlelerle betimleyeceğimiz merak konusu...


Tüm bu siyasi ve ekonomik gerilimin ortasında mimarlık mesleğinin başına neler geldiğini anlatmak çok önemsiz gözüküyor aslında... Ancak bu gergin ve bulanık tabloyu tamamlayan birçok öğeyi kendi meslek dünyamız içerisinde görmemiz mümkün oldu. 


2009 senesinde mevcut hükümetin görev süresi boyunca süregelen birçok imar hareketi ve yapılaşma hamlesi gerçekleştirildi, başlatıldı ya da karara bağlandı. Bunun yanında fiziksel mekan üretimini etkileyen birçok yeni fikir ortaya atıldı ve tartışıldı. Bunlardan bazıları tartışmalara ve bilimsel muhalefete rağmen yürürlüğe sokuldu. Anlaşılan o ki 2009'da da değişen pek birşey olmadı. Krizden etkilenen bazı yatırımcılar sahneden çekilse de yerlerine başkaları geldi ve oyun devam etti. 


İstanbul kapsamında yapılanların hangi birini burada örnek olarak yazmalıyız açıkçası bilmiyorum. Herhalde kentsel anlamda İstanbul üzerine yürütülen politikaların neredeyse hepsi şiddetli tartışmalara sebep olmuştur/oluyor/olacaktır. Bir yanda İBB, bir yanda TMMOB, bir yanda kentliler, bir yanda yatırımcılar... Herkes farklı bir amacın peşinde koşarken kimi sessiz ama derinden, kimi Machiavelli, kimi Don Kişot... 


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı bir mimarın eline geçtiğinde belki de en çok üzülenlerden biri olmuştum. Geçen zaman gösterdi ki bu üzüntüm çokta haksız değilmiş. Zaten senelerdir zarar eden dünyanın en önemli şirketlerinin birinin başına dr. muhallebici mimar birinin gelmesi problemlere bir yenisini daha eklemiştir. Bugün itibariyle bakıldığında niceliksel verilerde göstermektedir ki İBB'nin tüm gelirleri önümüzdeki 10 yıl ipotek altındadır. 2009 senesinde bunu değiştirmek adına çok büyük bir adım atıldığını söylemek abesle iştigal olacaktır. İstanbul kentinin ekonomik yönetimi ülkenin ekonomisini yöneten zihniyetten pek geri kalmamıştır. İstanbul ekonomik anlamda bu bedeli öderken mekansal anlamda da halen çözülmeyen kentsel problemler ile yüzyüzedir. Kentin belini büken ulaşım probleminin çözümü için sürekli yeni yollar, geçitler, tüneller ve köprüler yapan belediye problemin giderek artan kent nüfusu ve işlevsel dağılımdaki aşırı yığılmalardan kaynaklanabileceğini hala düşünememiştir. İstanbul'un bazı bölgelerindeki yapılaşma anlayışı sadece konut, ofis ve avm inşa etmek olarak anlaşılan "kentsel dönüşüm" kavramı ile sürdürülmektedir. Başbakanlığa bağlı çalışan TOKİ adlı alameti kendinden menkul örgüt İstanbul'un her noktasındaki değerli yapı ve arazilerin geleceğini yönetir bir yetki ile donatılmıştır. Bunun yanında şehrin merkezlerinde ünlü mimarlar tarafından tasarlanan ve uluslararası yatırımcılar tarafından gerçekleştirilen küreselleşme sembolleri kentin yeni kimliğinin arkaplanına yerleştirilmektedir. Kısacası konu İstanbulsa tartışacak çok konu vardır ve bu tartışmalar 2009'da da son bulmamış tam tersine şiddetini arttırmıştır. İstanbul rantın merkezindeki yükselen duruşunu sürdürmüştür. Meslek odaları ve bilimadamları bu sürece karşı olan duruşlarını her defasında dile getirirken zaman zaman konuyu yargıya da taşımayı ihmal etmemişlerdir. 


2009'da tüm bu tartışmaların ve ekonomik krizin gölgesinde, son yıllarda şaha kaldırılmış olan inşaat sektörünün bazı aktörlerinin yara aldığını gördük. İnşaat ile ilgili sektörler hedef küçülttü, kendisi küçüldü, mecra değiştirdi, iflas etti ya da nefesini tutmaya devam etti. Bazıları dedi ki "2010 gelsin herşey düzelecek!" Bazı gerizekalılar buna inandı. Çünkü onlara göre tarih yazan yerde yıl sayısı değişince ekonomi ve gündem farklılaşabiliyordu... Bu kişilerin düşünceleri bugün bizim yazımızın konusu değil. Bazı şirketler ise tam tersine kriz ortamında pek yara almadan devam ettiler. Onlar iyi köşeleri tutmuşlardı ve hizmet verdikleri yatırımcıların paraları daha bitmemişti. Onları kıskanmıyoruz, onlar bize mimarlık sektörünün ticari bir iş olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bir kez daha hatırlıyoruz ki mimarlık lüks bir iştir. Bu işi yapan zenginin yanında durmalıdır. Bu zenginliğin kaynağı kişi olabilir, şirket olabilir, kurum olabilir, devlet olabilir. Örnek olarak bir belediye başkanıyla kanka olursanız krizi çok yara almadan atlatabilirsiniz. 


2009 senesinde bir kez daha ülkemizde planlamaların siyaset odaklı yapıldığını ve bilimsel araştırmaların, birikimin pratikte yetkililerin yüzünde "Sizde haklısınız hocam!" dercesine hoş bir tebessüm buraktığını gördük. Yine atelyeler yapıldı, seminerler verildi, bilim insaları konuştu, herkes dinledi... Politika yapıcılar gene bildiğini okudu, kamusal projeler birilerine ikram edildi, rantı körükleyen yönetmelik maddeleri onaylandı, sel bastı, insanlar öldü, trafik sıkıştı, insanlar gene işlerine gecikti... 
Geçen sen bize gösterdi ki gelecek seneye umutla bakabilmek için içine girdiğimiz tünelin ucunda biraz ışık görmemiz gerekiyor ama henüz o ışığın bir fotonunu dahi göremedik. Her geçen gün başka bir suistimale ve akıldışı projeye alet olurken, üstüne üstlük uğruna gece gündüz çalıştığımız mimarlık mesleğine de hakaret edildi. "Onu bende çizerim!", "Bu teklif çok!", "Hemen lazım!", "Bizde daha çok proje var!"... Bunlar bir tek bizim başımıza gelmiş olsa şanssızlığımızı ve belki de mesleki anlamda yetersizliğimizi kabul edip çorap satmaya başlayabiliriz ancak özellikle genç mimarların ve farklı statüdeki ofislerin ifadelerine baktığımızda çok farklı anılarla karşılaşmıyoruz. 


Başka bir mimarlık mümkün mü diye sormadan edemiyoruz öte yandan yaşananların vermiş olduğu ağır karamsarlık bize meslek içi başka faaliyetlere yönelme eğilimi veriyor. Gözüken o ki kendi kaynaklarınızla yöneteceğiniz bir üretim modeli özgün fikirlerinizi yansıtmanız ve gerçekleştirmeniz için en ideal yöntem. 2010 senesinden bizim tek beklentimiz üzerinde daha fazla zaman harcanmış fikirlerin daha çok gündeme gelmesi ve insanlara gelecek adına biraz umut vermesi. 


Alper ÇAKIROĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder